Haccın Şartları erkekleri ve kadınları içine alan genel veya yalnız kadınlarla ilgili özel şartlar olmak üzere ikiye ayrılır. Bunlar tam olarak bulununca hac ve edası farz olur. Aksi halde farz olmaz.
Genel Şartlar. Bunlar; farz oluşunun, sıhhatinin veya edasının şartları kabilinden olur. Müslüman, akıllı, ergin, hür ve haccetmeye gücünün yeter olması gibi.
1. Müslüman Olmak! Kâfire hac farz olmaz. İbadeti eda ehliyeti bulunmadığı için, onun yapacağı hac geçerli değildir. Münkir hac yapsa, sonra İslâm’a girse, ona İslâm’ın haccı farz olur. Hanefilere göre, kâfir, şeriatın furûu ile muhatap olmadığı için haccı terkten dolayı hesaba çekilmez. Çoğunluk hukukçulara göre ise o, furû (İslâmî emir ve yasaklar)a muhataptır ve ahirette bunlardan hesaba çekilir.
2. Ergin ve akıllı olmak: Çocuk ve akıl hastaları hacla yükümlü değildir. Çünkü bunlar şer’î hükümlerle yükümlü tutulmamışlardır. Akıl hastasının yapacağı hac veya umre, ibadet ehliyeti bulunmadığı için sahih olmaz. Bu ikisi hac yapsa, sonra çocuk büluğ çağına ulaşsa, akıl hastası iyileşse, bunlara hac farz olur. Çocuğun bülûğdan önce yaptığı hac nafile sayılır. Hadiste şöyle buyurulur: “Üç kişiden kalem kaldırılmıştır: Uyanıncaya kadar uyuyandan, gençlik çağına girinceye kadar çocuktan, şifa buluncaya kadar akıl hastasından” (Ebû Davûd, Hudud,17; İbn Mâce, Talâk, 15). Akıl hastalığı, bayılma, sarhoşluk ve uyku ihramı ortadan kaldırmaz (el-Kâsânî, a.g.e., II, 120-122, 160; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, II,120 vd.; el Meydânî, el Lübâb, I,177; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, I, 308 vd.; İbn Kudâme, el-Muğnî, III, 218-222, 241, 248-250).
3. Hür olmak: Köle, esir ve mahkûma hac farz değildir. Çünkü hac, süresi uzun, belli bir yolculuğu gerekli kılan ve yolculuğa güç yetirilmesi şart kılınan bir ibadettir: Hürriyetten yoksun olan kimsenin bunu ifa etmesi mümkün olmaz.
4. Vakit: Arafat’ta vakfe ve ziyaret tavafı için belirli vakitlere yetişmedikçe hac farz olmaz. Şu ayetler haccın vakitli bir ibadet olduğunu gösterir: ” Sana yeni doğan aylan (hilaller) sorarlar. De ki: “O, insanların faydası için vakit ölçüleridir” (el-Bakara, 2/189). ” Hac ayları bilinen aylardır” (el-Bakara, 2/197). Hanefi ve Hanbelîlere göre, hac ayları; Şevvâl, Zilkâde ve Zilhicce’nin ilk on günüdür. Buna Abadile adıyla anılan (İbn Mes’ud İbn Abbâs, İbn Ömer ve İbnü Zübeyr)‘den nakledilendir. “En büyük hac (hacc-ı ekber) günü, kurban bayramı günleridir” hadîsi delil olarak gösterilir (Buhârî, Hac, 33, 34, Umre, 9; Müslim, Hac, 123; Nesâî, Menâsik, 77; Dârimî, Menâsik, 38; Muvatta ; Hac, 63).
Bu sürenin dışındaki vakitler, farz hac için ihrama girmeyi ve haccın rükünlerini ifaya elverişli değildir. Ancak hac niyetiyle ihrama, bu aylardan önce girilse, ihram geçerli ve yapılacak hac sahih olur. Delili: “Hac ve umreyi Allah için tamamlayınız” ayetidir (el-Bakara, 2/196). Bu durumda hac ayları girmedikçe hac fiillerinden birşey yapmak caiz olmaz. Hanefilere göre ihram bir şart olup, bunun öne alınması, abdestin namaz vaktinden öne alınması gibidir. Çünkü ihram, hac yapacak kişinin kendisine bazı şeyleri yasaklaması ve bazı şeyleri de gerekli kılmasıdır. Yine bu, ihramı, Mîkat’tan önce başlatmak gibi olur. Bununla birlikte hac aylarından önce ihrama girmek mekruhtur. İbn Abbâs’ın (ö. 68/687) naklettiği; “Hac için, ancak hac aylarında ihrama girilmesi sünnetlerdendir” hadisi delildir (Buhâri)
Mâlikîlere göre, hac ayları tam üç aydır. İhramın vakti, Şevvâl’in başından, yani Ramazarı bayramının ilk gecesinden itibaren başlar, Kurban bayramı sabahı şafak sökünceye kadar devam eder. Bir kimse bayram sabahı şafak sökmezden önce, bir an, ihramlı olarak Arafat’ta dursa hacca yetişmiş olur. Geride ziyaret tavafı ve sa’y gibi ibadetler kalır (İbnü’l-Hümâm, a.g.e., II, 220 vd.; İbn Kudâme, el Muğnî, III, 271; eş-Şirâzî, el Mühezzeb, I, 200; ez-Zühaylî, a.g.e., III, 63-65).
5. Haccı ifaya gücünün yetmesi (istitâa). Bu; beden, mal veya yol emniyeti ile ilgili olabilir. Ayette, “Oraya gitmeye gücü yeten herkese, Allah için Kâbe yi ziyaret edip haccetmek farzdır” (Âl-i İmrân, 3/97) buyurulur. Ayetteki “hacca yol bulabilen, hacca gitmeye gücü yeten” ifadesi Hanefîlere göre “bedenî, mâlî ve emniyet” unsurlarını kapsamına alır. Bunlar haccın edasının şartlarını oluşturur.
a. Beden sağlığı ve sağlamlığı. Buna göre; yatalak, hasta, kör, felçli, iki ayağı kesik, binit üzerinde kendi başına duramayan yaşlı kimse, tutuklu bulunan ile zalim yöneticilerin hac için vize vermediği kimseler üzerine hac farz olmaz. Çünkü Allahu Teâlâ, haccın farz olması için “gücün yetmesi”ni şart koşmuştur. İbn Abbâs “istitâa”yı yol azığı (zâd) ve binit (râhile) olarak tefsir etmiştir. Ayette, “Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemez” (el-Bakara, 2/286) buyurulur. b. Gerekli maddî güce sahip olmak. Bu yolda tüketeceği yiyecek ve oraya varabilmek için bineceği vasıtadan ibarettir. Buna göre, bir kimseye haccın farz olabilmesi için, hac süresince hem kendisinin, hem de bakmakla yükümlü olduğu kimselerin nafakalarını ve nakil vasıtasını temin gücüne sahip olmalıdır. Mekkeliler ve Mekke çevresinde oturanlar için nakil aracına sahip olmak şart değildir; yaya yürüyecek durumda bulunmaları yeterlidir. c. Yol emniyeti. Haccın farz olması için yol güvenliğinin bulunması şarttır. Bu, Ebû Hanife’ye göre, vücûbunun, bazılarına göre ise edasının şartlarındandır.Kadın için yol emniyeti; beraberinde neseb veya sihrî (evlilikle doğan hısımlık) hısımlardan fâsık olmayan akıllı, ergin veya murâhık (12 yaşla buluğ arası erkek çocuğu) mahrem birisinin veya kocasının bulunmasıyla gerçekleşir. Kadının yanında kocası veya mahrem bir hısımı olmaksızın, Mekke’ye üç gün üç gece (sefer mesafesi) ve daha uzak yerden gelerek hac yapması tahrîmen mekruhtur. O, mahremsiz hac yaparsa kerâhetle birlikte caiz olur. Mahremin bulunması vücûb şartıdır. Eda şartı diyenler de vardır. Günümüzde yaygın fesat sebebiyle, kadın süt erkek kardeşiyle yolculuk yapamaz. Çünkü genç sıhrî hısımlarda olduğu gibi, süt hısmıyla başbaşa kalmak (halvet) mekruhtur. Şâfiîler buna “kadının, kafilede güvenilir diğer kadınlarla birlikte hac yapabileceği” esasını ilave ederler (el-Kâsânî, a.g.e., II, 121-125; el-Meydânî, el-Lübâb, I,177; İbn Âbidin, Reddü’l-Muhtâr, II,194-199; eş-Şîrâzî, a.g.e., 196-198; ez-Zühaylî, a.g.e., III, 25-32).